Lizbon Günlükleri - Gün 2 - "Wanna Hashas?"

Konforsuz bir uyku sonrası kalkış...

Bugün daha çok bilinen yerlerine gideceğim Lizbon'nun.

Müthiş kıytırık bir otel kahvaltısı sonrası dökülüyorum yola.

Metronun Rossio durağında inip bir meydana çıkıyorum, faytonlu, heykelli filan, turist meydanı bildiğin.



Yukarıda meşhur Castelo Kalesi görülüyor...

Sağ tarafta bir sürü yol ortası cafenin sonunda Rua Augusta Kemeri var.

Önce bir çıkayım sonra inerim...

Kaleye eski Alfama Mahallesi'nin içinde geçilerek gidiliyor.

Çok eski bir mahalle, binalar asırlık filan...

Alfama Mahallesinin dar küflü sokakları


Yaşayanlar da yaşlı...

Dar sokaklar, yokuşlar, upuzun merdivenler...

Cihangir'in değerlenmemiş hali bildiğin.

Nefis bir proje ile evlerde yaşayanların fotoğraflarını kapıların, camların yanına asmışlar.

Fotoğraflar 5-10 yıllık olduğu için o fotoğraftaki insan yaşıyor mu bilemiyorsunuz ama nasıl bir yer olduğunu, ne kadar büyük bir hatıra birikimi olduğunu daha net idrak ediyorsunuz...

Duygulanmak da kaçınılmaz.

Fotoğrafçı cenneti.




Evin sahibi...zile isim yazmaktan daha güzel


Kaleye varıyorum, hızlı bir biletleme ve giriş.

Castelo Kalesi tarihi 2-3. yüzyıla kadar iniyor, çok normal, tüm şehire hakim bir tepede.

Portekizliler burayı toplumsal olaylara müdahele için kullanmışlar...

Bi de ayaklanma olduğunda egemenlere kaçacak yer olsun diye.

Burada da manzara karşısı şarap olayı var...

Kaledeki arkeolojik kazılardan çıkanların sergilendiği müze...

Manzaraya karşı bir restoran vs vs...

Surların üzerinde bir ileri bir geri gidip duruyorum ve meşhur gözlem kulesinde sıraya geçiyorum.

Bu gözlem kulesinin bir farkı var, dışarıda değil.

Acaip bir gözlem kulesi...Görüntü yukarıdan lenslerle aşağıya akıyor...Portekizce konuşan rehber canlı görüntülerle şehri anlatıyor.

Bir kulenin üzerine merceklerle kurulmuş düzenek, kulenin içindeki kocaman bir perdeye düşürülüyor.

Tüm şehri canlı canlı seyredebiliyorsun...

Zamanın Mobese'si.

Maalesef sıra bana geldiğinde 20 dakikalık anlatım seansı Portekizceydi...

Üç dilde (Portekizce, İspanyolca, İngilizce) yapılan seansların en anlaşılmaz olanı...

Rehber heyecanlı heyecanlı Lizbon'un canlı görüntüleri üzerine konuşurken bir halt anlamadım...

Millet gülerken ben de salak salak gülümsedim filan...

Hani Portekizce bilmediğim için çıkarırlar filan diye...

Namaz bilmeden sağa sola bakıp namaz kılma gibi bişi...

E İngilizce anlatım 1 saat sonra, vakit değerli...

Siz gittiğinizde bu dil olayına dikkat edin.

Sonunda herkes alkışlıyor, ben de alkışlıyorum...ne alkışladım vallahi bilmiyorum :)

Kaleden çıkıp aşağı iniyorum...

Sao Roque kilisesine gideceğim hesapta.

Google maps'in çizdiği yol üzerinde karşıma devasa bir antik asansör çıkıyor.

O tarihi asansör


Lizbon o kadar yokuşlu bir yer ki, bir çok yerinde sokaklarda asansörler var.

Bu farklı ama, meşhurmuş.

40 dakikaya yakın kuyruk bekliyorum, 1.5 dakikada çıkıyorum.

Asansöre 5 euro verdim ya :)

Üstünde nefis bir gözlem yeri var asansörün, tüm Lizbon elinizin altında.

Turiste çektirilen foto bu kadar...


Böyle yanmış, yıkılmış bir kilise enkazı var dibinde...

Garibime gidiyor, oaraya meyilleniyorum...

Carmo Kilisesi.

Deprem bu...camii kilise affetmiyor.
Bu arada deprem olduğunda içeride ayin de varmış.


O da müzeymiş, 1755 büyük depreminde yıkılmış, sonra yine yapalım demişler, laiklik hareketi başlamış, ödenek kesilmiş, öyle kalmış.

1850'lerde başlayan laiklik hareketi bir çok kiliseyi bakımsız bırakmış, 50-60 sene filan sürmüş...

Bize mahsus değil yani, bilin istedim ;)

İçinde çok güzel heykeller var, sömürgelerinden getirdikleri İnka mumyaları filan var...

Hani şu küp içine tıkılmış minik İnka mumyaları var ya, onlardan iki tane...

Hakikaten bıraksan çıkacak, gerinip çatırtayarak yürüyecek gibiler.

Mükemmel erkeği bekleyen kadın...geç kaldık tabi biraz


Bir sürü arkeolojik buluntu vs...

Güzel yani, enterasan...

Yıkık bölümdeki "yüzsüz" heykel ise daha bir enterasan.

Yüzsüz heykel...Bırrrr


3 saat önce gitmeye çalıştığım yere ulaşıyorum şimdi...

Sao Roque Kilisesi...

Portekiz tam yağmacı ülkeymiş zamanında...

Kilise sanki taştan değil, altından yapılmış...

Breziya altınları bunlar, koş sömürgeci koş!


İçeride gözünüzü alacak kadar çok altın var, her yer ya altın ya altın kaplama!

Hepsi Güney Amerika altınları...gariban Aztekler, İnkalar, Mayalar...

Adamlar çıkarmış, heykel yapmış, süs yaomış, bunlar alıp eritip İsa yapmış, havari yapmış, duvar süsü yapmış.

Hemen bitişiğinde Sacred Art Müzesi var...

İkonalar, tablolar, kuklalar...tamamı din temalı...

Sacred Art müzesindeki keşiş kuklaları


Mutlaka bu ikisine uğrayın, pişman olmayacaksınız.

Dinlerin ne kadar kuvvetli olduğunu ve insanoğlunun tüm kaynaklarını ne kadar verimsiz kullandırttığını göreceksiniz!

İki müzeyi eritsen Afrika'da 5 yıl açlık kalmaz, o derece.

Neyse...

Artık sahildeki kemere gitmem lazım...

Karnım kazınıyor...

Sağolsun google maps bana öyle bir yol çiziyorki, bir sürü mağazanın, AVM'nin içinden geçiyor...

Aslında iyi oldu, lensimin kapağını dün nehire düşürmüştüm, Çinli turistler abartılı tepki vermişti filan...

Alıyorum bir kapak, yola devam.

Ölüyorum be açlıktan!

Kemere 200 metre kala oturuyorum bir cadde cafesine...

Mürekkep balıklı paella söylüyorum, ilginçlik yapıcaz ya, kara kara yiyecez...

Yemeyin, bildiğin bazik, sentetik bir tadı var, paella paellalıktan çıkmış...

Yediğim şey midye mi, kalamar mı belli değil, hepsinin tadı aynı...

Bi de ağzımız, dişimiz siyah siyah oldu.

Mürekkep balıklı paella şeysi...yemeyin, kötü


Sonra Kemer...

Kemer sonrası meşhur Commerce Meydanı...

Rua Augusta Kemeri


Meydanın özelliği tüm toplumsal olayların merkezi olması...

Bizim Taksim anlayacağınız.

Mesela Salazar rejimini deviren özgürlükçü askeri darbede (nasıl oluyor diye sormayın, oluyor işte) tanklar buraya inmiş...

Krallar konuklarını burada karşılarmış...

Festivaller burada olurmuş.

Meydanda "Bira müzesi" diye bir puba oturup yerel cod balığı keki yiyorum...

Yemeyin çok ağır.

Otele geri dönüyorum, giyinip sahile iniyorum...

Gençlerin yanına oturayım sohbet edeyim filan.

İnerken yine Commerce meydanından geçiyorum...

Bir genç yaklaşıp soruyor, "Wanna Hashas?".

Yok anam...

Ertesi gün bunlardan 4 tane daha yanaşıyor ayrı zamanlarda...

Kimisi gözlükçü kılığında, kimisi köşebaşında bekleyen zenci.

Kumlara oturup, kapanan bir bardan son alda aldığım birayı yudumluyorum...

Tütünümü sarıyorum...

Yalnız dondum...çöl gibi...gece gündüz 15 derece fark olur mu?

Son metro saat 1'de, ve saat 12:30...

Tamam yeter, dön geri.

Uyu.

Yarın son gün.
Previous
Next Post »