Keşke

Gözlerini görebilmek için yüzüne düşen saçları tek hamlede sağ elimle açtım. O kocaman güzel mi güzel gözleriyle bana bakmaya başlamıştı alttan alttan. Arada kaçırıyordu utangaç bakışlarını. Ortamda saçma sapan yabancı bir müzik çalıyordu ama zihnim onu simultene tercüme edip bestelenmiş bir Özdemir Asaf şiiri gibi dinlememi sağlıyordu. Bilinen gerçeklikten soyutlanmış gibiydim. Sadece saçlarına ve gözlerine bakıyordum. Yabancı kızlara hep dediğim klasik ama etkileyici olan "i have some magic for you" gibi bir geceydi. Bu kez magic bir araç değil ulaşılmak istenen kızıl elma gibiydi benim için. Tam karşımda duruyordu, hiç bu kadar yakın olmamıştı bu kızıllık. Bir yandan da hiç sevmesem de rose şarap içiyorduk beraber. Her şeyden anında sıkılan ben, sabaha kadar ona bakabilirdi, sabaha kadar o kimyasal atık gibi olan rose şarabı içebilirdi. Arada bunun içine ne koyuyorlar hiç şaraba benzemiyor diye içimden söylenirken hadi film de izleyelim dedi. Hava 35 derece, klima yetmiyor, saçma sapan bir şiltenin üzerinde rose şarap içiyorduk. Bu da yetmezmiş gibi küçük laptop ekranından film izleyecektik. Projeksiyondan film izleyen burjuva gözlerim bunu da mı görecekti. Ama elbette "aaa izleyelim tabii" dedim. Böyle bir sihir karşısında ne dememi bekliyordunuz. Hatırlamıyorum ne izlediğimi hala. Zaten hiç ilgilenmemiştim filmle o gece. Otuz sene boyunca onu aramış gibi hissediyordum kendimi. Sadece yanında oturmak bile mutlu edebilirdi beni. Adını bilmediğim film başladı sonra, bir yandan da bir şişe şarabı içmiştik. O filmi izliyor muydu bilmiyorum ama ben başka alemlerdeydim hala. Arada hala "keşke içmeseydim şunu ya" diyordum içimden. Film bitti, saat gece yarısı olmuştu hava çok sıcaktı. Çiğ köfteci gibi terleyen yaratıcı ben hadi balkonda uyuyalım dedim. Dışarıda gecenin sessizliğini ara sıra bozan araba gürültüsü, kulağımda hala çalmaya devam eden şiirler. Karmakarışık duygular. Tam karşımda uyuyordu belki de uyuyor gibi yapıyordu. Uyuyup uyumadığı beni ilgilendirmiyordu aslında. O zamana kadar birçok kızla muhatap olan ben bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyordum. Şiltenin üzerinde gözlerinde başlayan bu büyü balkon serinliğinde dudaklarına kadar getirmişti beni. Saçlarla olan bağlantımı koparmıştım artık. Sadece gözleri ve dudakları vardı. Araya bazen yol üzerinde olduğu için burnu da giriyordu. Burnu gözleri ve dudakları kadar özenle yaratılmış değildi. Zaten top burun sevmezdim ben. Burun dediğim biraz yamuk olacak, önemli olan koordinasyon. O yüzden burnu, gözleriyle dudağı arasındaki yolda bulunan dondurma dükkanı gibiydi benim için. Bu yolda gidip gelirken burnundan huylandığını da öğrendim. Limonlu bir dondurma gibiydi artık. Zamanla gözler ve limonlu dondurmayı da görmez oldum. Bitmişti artık gidip gelinen o uzun yollar, ne çalarsa çalsın kulağa işlenen o şiirler, yoldan geçen arabaların gürültüsü. Sessizlik hakim olmuştu. Bir film efekti gibi her yer karanlık sadece o ben ve dudakları kalmıştı sanki. Korkutucuydu aslında. Kim kapamıştı ışıkları? Bu bir tuzak mıydı minnoş gönlüme. Öpse miydim emin değildim. Öpersem tüm "magic" yok mu olacaktı yoksa daha büyük sihirler mi yaratacaktı bana. Ne yapacağımı bilemez haldeydim. Bir yanda yanımda gözlerin kapamış uyuyan o efsanevi tatlılık bir yanda geçmişten gelen paranoyak korkularım. Korkularım galip gelecek gibiydi. Bu ben değildim. Normalde öper geçerdim, sonunu düşünen kahraman olamaz arabeskleşmesi yaşardım. Kırmaktan mı korkuyordum, "i have some magic for you" kızı değildi belki de benim için. Büyü bozulsun istemiyordum belki de. Yanımda otursa bile mutlu olurum dediğim tatlılık yanımda uyuyordu. Bu da yetmeliydi şimdilik belki benim için. Tüm bu gelgitler içerisinde 15 yaşında ergen ürkekliğiyle bir buse kondurdum. O an kulaklarımda şiirler sustu rumeli türküleri çalmaya başladı. Her şey çok güzeldi uzun süre. Havanın 35 derece olduğu, rose şarabın dibine vurduğum gecede balkonda kondurduğum buse ile başlayan o türküler, o damat halayları uzun süre devam etti kulaklarımda. Sihir değil gerçek gelmeye başlamıştı artık o gözler, o limonlu dondurma, o dudak ve karşı konulamaz utangaç bakışlar. Ama sonra birden;


Hepsi gitti. Yok oldular. Gitmek istemişlerdi belki de benden. Gerçek değillerdi belki de. Sihirdi hepsi. Ne saçları ne kırmızı ruj yakışmayan dudakları ne de limonlu dondurma diye tanımladığım yamuk burnu. O an keşke dedim. Keşke o şarabı içmeseydim bu ne yaa deseydim, bu küçücük ekrandan film mi izlenir deseydim, hava çok sıcak bu nasıl klima deseydim, hiç bakmasaydım yalancı gözlerine hiç sevmeseydim saçlarını en önemlisi de keşke keşke hiç öpmeseydim o sahtekar dudaklarını. Keşke.

*ukturko

Previous
Next Post »