Karanlık Zihinler (Karanlık Zihinler Serisi #1) - Alexandra Bracken | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: The Darkest Minds 
Seri: The Darkest Minds #1 
Sonraki Kitap: Buz Kapanı
Yayınevi: Parodi Yayınları
Sayfa Sayısı: 576
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 4.25  (92,354 Oy)


Arka Kapak Yazısı
Adım Ruby.
Hepinizden farklıyım.
Aklınızın derinliklerinde gezinebilir, 
anılarınızı hiç yaşamamışsınız gibi silebilirim.
Henüz on yaşındayken Thurmond'daki bu rehabilitasyon kampına gönderildim. Hem de kendi ailem tarafından...
Burada her adımımız izleniyor, nefes alış verişlerimiz bile.
Yalnız değilim.
Maviler... Yeşiller... Turuncular...
Sarılar ve Kırmızılar...
Karanlık Zihinler...
Ve yaşamak için saklanmak zorunda kalanlar
Ve kaçanlar...


Yorum

   Evet sayın kitap severler! Harika bir distopya kitabının sonuna geldim. Uzun zaman olmuştu distopik bir eser okumayalı ve cidden özlemişim. Suzanne Collins’ten sonra distopik anlamda gerçekten başarılı bir kalemi olduğunu düşündüğüm hatta bazı noktalarda onu solladığı apaçık görülen bir bayan yazar tarafından yazılmış serinin ilk kitabıydı bu. Bayan yazarların da böyle başarılı kurgular ortaya çıkarabildiğini görmek çok hoşuma gidiyor doğrusu. Üstelik bu seriyi yazan bayan oldukça genç birisi.


   Karanlık Zihinler serisinin ilk kitabından kısaca bahsetmek istiyorum. Arka kitaptan öğrenebileceğiniz kadar basit ve spoiler sayılmayacak ufak tefek şeylerden bahsedelim. Normal insanlardan farklı zihinsel ve fiziksel yetenekleri olan 10-18 yaş arası gençler kitabın konusunu oluşturuyor. Bu gençler yeteneklerinin özelliklerine göre renklere ayrılıyor. Yeşil, mavi, sarı, turuncu ve kırmızı. Kimi karmakarışık bulmacaları çok kısa süreler içinde çözebilen ve 450 sayfalık koca kitabı tek okuyuşta ezberleyebilen dâhilerken, kimisi tek bir el hareketi ile araçları hareket ettirebiliyor, kimi ise başkalarının anılarını okuyup onları silebiliyor ve yerine istediğini koyarak kişileri yönetebiliyor. Yeteneklerinin tehlikeli ve etkililiğine göre bazı renkler diğerlerine göre daha tehlikeli olarak addedilerek ona göre muamele ediliyor. Bu insanüstü yeteneklerle donatılmış gençler konusunda herkesin farklı farklı planları var. Kimi onları bir kampa kapatarak ailelerinden ve sevdiği birçok şeyden uzak yaşatarak hatta bazen tabiri caizse “imha ederek” düzeni sağlamaya çalışırken kimileri onların bu yeteneklerini düşmanlara karşı savaşmak için kullanmak üzere kendi taraflarına çekecek vaatlerde bulunuyorlar. Bu çocukları gerçekte düşünecek ve onları kullanmak değil onların derdine çare olacak kimseleri yok. Hepsi aslında onları bir robota dönüştürmeye çalışan birer düşman. Kendileri dışında.


    Karakterlere gelecek olursak; baş karakterlerin hepsini çok sevdim ve benimsedim diyebilirim. Ruby zaten kitabın anlatıcısı olarak gönlümde taht kurdu. Yeteneklerini nasıl kullanacağını bilememek, sürekli birilerinin hafızasından istemeden kendini, kendiyle ilgili anıları silmekle başı dertte. Yeteneklerini nasıl kullanacağını bilmiyor ve ona bunu öğretecek düşmanları haricinde kimse yok. Düşmanlarına teslim olmayı mı seçmeli yoksa kendi kendine bir yolunu bulmayı mı öğrenmeli arada sıkışıp kalmış. Liam Stewart ise herkesin içinde bir iyilik görmeye meyilli, saf ve temiz bir yakışıklı. Yeteneklerine hakim ve lider karakterli. Çevresindeki herkese başarabileceklerine dair umutlar vererek onların yaşama sebebi olan bir gün ışığı gibi. Ahh ne çok sevdim seni bir bilsen. Mavi gözleri dışında onu kafamda canlandırırken Sam Claflin’in Açlık Oyunları serisinde ki Finnick Odair olan serseri hallerini hayal ettim. Tam bir Sam Claflin hayranıyımdır da. Bu da karakteri okurken onun jest ve mimiklerini ukala tavırlarını gözümde daha iyi canlandırmamı sağladı. Birde minik asyalımız Suzumi namı diğer Zu var ki onu öylesine sevdim öylesine sempatik buldum ki, kitaptaki karakterlerin yerine geçip onu koruma güdüsü gelişti içimde. Hikayesini ve gizemini merak ettiğim karakterlerden birisidir. Birde Chubs var ki ona olan duygularımı hala çözemesem bile genel olarak sempatik bulduğum ve zor bir insan olmasını takdir ettiğim birisi. Bazı özellikleri bana kendimi hatırlattı hele ki kolay arkadaş edinemeyen içine kapanık tavırları. Hatta biraz ileri gidecek olursak tehlikeli yakışıklımız Clancy Gray’e karşı bile bir sempati oluştu diyebilirim içimde.


    Kitabın dili oldukça sadeydi. Kitap baş karakterlerden birisi olan Ruby’nin ağzından anlatılıyordu. Diyalogları okurken çok eğlendim hatta son sayfalarda Ruby ile Liam arasındaki diyaloğu okurken nefesim kesildi diyebilirim. Kitap oldukça akıcı ve heyecanlıydı. Sürekli macera dolu yerler oluyor ve heyecan içerisinde okuyordum. Her bölümün sonu heyecanlı bitiyor sonrakini okumak için acele ediyordum. Şimdiye kadar okuduğum çoğu distopik eseri sevmişimdir ve çoğuna olumlu yorumlar yapmışımdır çünkü distopya okumayı seviyorum. Bunu araya zaman koyup türü özleyerek yaptığım zaman birbirlerine benzer yönleri olsa bile beni sıkmıyor ve cidden severek okuyorum. Bu eseri de çok sevdim hatta bayıldım. Karakterleri ve kurgusu ile gerçekten çok başarılı buldum. Sonu da oldukça soru işaretleri ile dolu ve heyecanlı bitti. Diğer kitapları elimde yok sadece ilkini almıştım ve şimdi koşup diğerlerini de almam gerekecek. Araya zaman girmeden hepsini okumak istiyorum. Açlık Oyunlarında ilk kitabı diğerlerinden başarılı ve heyecanlı bulmuştum ve bunda da yazarın diğer kitaplarda ritmi düşürüp kalitesini bozmasından korkmuyor değilim. Umarım öyle olmaz. Çünkü seriye gittikçe bağlanmak ve bittiğinde üzülmek istiyorum bana bu duyguyu yaşatan pek seri olmuyor çünkü. Okumanızı tavsiye ederim. Seveceğinizden emin olduğum bir kitap. Herkese bol kitaplı günler. :)



Alıntılar
Hayal kurmak sonunda hayal kırıklığına, hayal kırıklığı da öyle kolay atlatılamayan sıkıntılı bunalımlara yol açardı. Siyaha yem olmaktansa grinin sınırlarında kalmak daha iyiydi.
-Hiçbir şey olmamış gibi davranamam.
-Davranmamalısın da. Asla unutmamalısın. Ama hayatta kalmanın önemli yanlarından biri de hayata devam etmektir. Bunun için bir kelime var. Bizim dilimizde tam bir karşılığı yok. Portekizce. Saudade. Hiç duydun mu?
(Başımı salladım ben kendi dilimdeki kelimelerin bile yarısını bilmiyordum ki.)
 -Şey gibi… tam bir tanımı yok. Bir duygunun tarifi gibi… çok büyük bir üzüntünün. Bir zamanlar kaybettiğin bir şeyin sonsuza dek kaybolduğunu ve bir daha asla senin olmayacağını anladığın an yaşadığın bir his.
Ama biliyor musun, her son bir başlangıçtır. Bir zamanlar sahip olduklarını geri alamasan da onları arkanda bırakabilirsin. Yeniden başlarsın. En baştan.
Bir fabrikayı yok edebilirsin ama hemen ardından bir yenisini inşa ederler. Ancak yok edilen şey bir hayat olduğunda bunun geri dönüşü yoktur. O insanı geri getiremezsin.
Bir insanın yalan söylediğini anlamanın binlerce yolu vardır. Beyinlerine girip en ufak bir güvensizlik ya da rahatsızlık emaresi aramanıza gerek yok. Yüzlerine bakmanız çoğu zaman yeterlidir. Sizinle konuşurken bakışlarını sola çevirir, bir hikayeyi fazla detaylandırır ve bir soruyu başka bir soruyla cevaplarlarsa bilin ki o kişi yalan söylüyordur.
İçimde tuhaf bir his vardı. Sanki henüz sahip olmadığım bir şeyi kaybetmiş gibiydim. Sanki artık eskiden olduğum kişi değildim. Olmam gereken kişi ise hiç olamamıştım. Bu hisle iliklerime kadar bomboş hissettim kendimi birden.
Dünyadaki en sinir bozucu duygu, söyleyecek çok şeyin olup da bunu kelimelere nasıl dökeceğini bilmemek olmalı.
Hayatta bir kez bile duysanız asla unutamayacağınız bazı sesler vardır. Kırılan bir kemiğin sesi. Bir dondurma kamyonetinden yükselen şarkı. Cırt cırt bandın sökülmesi. Bir silahın açılan emniyet kilidi…
Heves denilen şeyin en önemli yanı, bulaşıcı olmasıdır.

Puanım
 
Previous
Next Post »